Nasıl mı yazıyorum?

-‘’Aaa! Çok ilginç, demek kitap yazıyorsunuz, nasıl yazıyosunuz hakkaten?’’

-‘’Kelime kelime…’’

-‘’…….??!’’

Kabul ediyorum iyi bir cevap değil ama nasıl yazıldığının daha iyi bir açıklamasını bilmiyorum ben.

Düzeltiyorum: Biliyorum ama o anda bildiklerimi derleyip toplayıp aktaramıyorum.

 Aslında şöyle bir cevabı anında yapıştırabilmeyi çok isterdim:

Yazabilmek için önce işi almam gerekir. Bu ayrı bir âlem onun için geçiyorum. Diyelim ki işi aldım, Sevinirim hem de çok. Gelen parayı harcamak için her zaman iyi bir sebebim vardır çünkü.

Bu sevincin ömrü fal için kapatılan kutlama kahvesinin telvesi kurumaya başlayıncaya kadardır. Yavaş yavaş sol kaşım havaya kalkar, alnımın ortasındaki çizgi derinleşir. İçimde meşum bir ses yükselmeye başlar:

- Bu arada hastalanmamaya bak!

- Ya vaat ettiğin gibi yazamazsan? Bi daha sefere daha alçaktan uçarsın di mi canım?

- Sen niye bu işleri bırakıp sakin bir kıyı kasabasına yerleşmiyorsun? Gelincik toplayıp şurup falan yaparsın mis gibi.

Yazma korkusunun açığa çıkmasıdır, bu muvazenesiz iç ses.

Korkuyu ertelerim ben de. Her gün bir işim çıkar, yazmaya başlayamam.

Sonra suçluluk duymaya başlarım bu ertelemelerden. Zaman su gibi akıp gitmektedir.

‘’Yazayım artık, bitsin bu işkence’’ kıvamını bulduğumda ilk işim ön okumaları –kitabı müşteriyle birlikte projelendirirken yaptığım yüzeysel okumaları ve notları-  açıp gözden geçirmek olur.

Ön okumalardan ayrıntılı okumalara geçerim. Bu kısım keyifli olduğu kadar tehlikelidir de. Neticede özgür bir okuyucu değilimdir. Yazmak üzere odaklı, hızlı ve sistematik okumalar yapmam gerekir yoksa gecenin bir yarısında, Büyük Şef Gerenimo’nun trajik öyküsüne ağlarken bulabilirim kendimi, önümde daha yazılmaya başlanmamış bir kitap dururken. Enteresan olan bir nokta da bu tarz okumaların başka zamanlarda bu kadar tat vermemesidir.

Doğru kaynaklardan yeterince beslendiğimde yazma korkum bayağı hafifler. Artık ben de konuya müdahil olmaya hazırımdır daha önemlisi bunun için istekliyimdir.

Ve bilmem kaçıncı word dosyasını açarım ama bu sefer dosyanın adı kitabın adıyla aynıdır. -- önce kitabın adını bulur sonra yazarım- yazma aşaması nihayet başlamıştır.

Sek sek oynar gibi yazarım bu hem zamandan hem enerjiden kazandırır. Saplanıp kalmamak lazım. Bir bölüm ilerlemiyorsa yeni bir bölüme geçerim sonra dönüp tamamlamak üzere.

Bir süre sonra ne olur? Pek çok yarım bölümüm olur! Darmadağınık, rengârenk. Derin bir ürperti geçer içimden. Word dosyasının sol alt tarafına bakarım. Sayfa:87 Sözcük 25.170. Bu beni rahatlatır. 25.170 kelimeyi birbirine bağlayan buna bir 25.170 kelime daha ekleyebilir.

Yazmaya devam ederim çayların yedeğinde. Bir yudum çay bir kelime, bir yudum çay bir kelime. Çayın kesmediği yerde kahve devreye girer.

Sona yaklaştığımda yazma hızım artar ancak son sayfa yine de birkaç gün alabilir pekâlâ. Ama sorun etmem ne de olsa kitap yazımı boyunca kaç kere bir paragraf için saatlerce hatta bir gün boyunca uğraştığım olmuştur.

Son kelimenin sonuna, son noktayı koyduğumda yeniden özgürümdür. Kelimelerin zincirlerini kırmış bir kürek mahkûmu edasıyla.

Yazan: Hatice Gülcan Topkaya

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR